Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the ad-inserter domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /home/nzrcomtr/gonca.com/wp-includes/functions.php on line 6114

Notice: Function _load_textdomain_just_in_time was called incorrectly. Translation loading for the gotmls domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Please see Debugging in WordPress for more information. (This message was added in version 6.7.0.) in /home/nzrcomtr/gonca.com/wp-includes/functions.php on line 6114
Padişahın Sırrı - Gonca Masallar | Gonca
Salı, Aralık 3, 2024
Ana SayfaMasallarPadişahın Sırrı

Padişahın Sırrı

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde… Anam eşikte, babam beşikte iken anam ağlar, anamı sallardım; babam ağlar, babamı sallardım. Bir varmış, bir yokmuş. Uzak amanlarda, uzak diyarların birinde zenginliğiyle ün salmış bir padişah varmış. Kırk kapılı sarayının kuleleri bulutlara ulaşıyormuş. Sarayının bütün kapılarından her gün, akirlere gümüş para dağıttırıyormuş. Padişah, günün birinde böbürlenerek vezirine,
– Dünyada benden daha cömert, daha zengin padişah var mıdır, demiş. Vezir, uzak iyarlarda daha cömert
daha zengin padişah var mıdır, demiş.
Vezir, uzak iyarlarda daha cömert ve zengin bir padişahın olduğunu söylemiş. Üstelik bu padişah genç bir kızmış. Sarayının seksen kapısı varmış. Her gün seksen kese altın dağıtırmış. Padişah,
– Ne pahasına olursa olsun onu görmeliyim, demiş.
Vezirle birlikte kıyafet değiştirerek yola koyulmuşlar. Az gitmişler, uz gitmişler; dere tepe düz gitmişler, sonunda seksen kapılı saraya varmışlar. Sarayı görünce dudaklarını ısırmışlar. Bu, eşi benzeri bulunmayan sarayın bir tuğlası altından, diğeri gümüştenmiş. Kapısından geçerken padişahla vezire birer kese altın vermişler.
Padişah,
– Bana altın gerek değil, ben sizin padişahınızı görmek istiyorum, demiş.
Melikeye haber gönderilmiş. Melike, kendisini niçin görmek istediklerini sormuş. Padişah da cömertliğinin ve zenginliğinin sırrını öğrenmek istediğini söylemiş. Melike,
– Falan kentte bir ihtiyar var, havanda altın dövüp havaya savurur. İhtiyarın sırrını öğrenip bana anlatırsanız ben de size sırrımı söylerim, demiş.
Padişahla vezir yola koyulmuş. Uzun bir yolculuktan sonra ihtiyarı bulup sırrını sormuşlar. İhtiyar,
– Komşu ülkede bir pabuççu var. Onun sırrını öğrenip bana söylerseniz ben de size sırrımı söylerim, demiş.
Padişahla vezir yeniden yola koyulmuş. Yedi gün yedi gece yürüdükten sonra pabuççuyu bulmuşlar. Pabuççu elindeki iğneyi pabuca batırdıktan sonra bir diline, bir de dizine batırıyormuş. Bunu niçin yaptığını sormuşlar. Pabuççu,
– Komşu kentte ahlaya oflaya dövünen Köroğlan-ın sırrını öğrenirlerse kendi sırrını anlatacağını söylemiş.
Yedi gün, yedi gece gitmişler. Köroğlan-ı bulmuşlar. Sırrını sormuşlar. Köroğlan, şimdiye kadar sırrını kimseye açmadığını, artık dayanamayacağını söylemiş.
Başlamış anlatmaya:
– Ben, fakir bir köylü çocuğuydum. Günün birinde bir dervişe rastladım. -Benimle gelirsen sana öyle bir servet veririm ki hayatının sonuna kadar yesen bitmez.- dedi. Birlikte yola çıktık. Derviş üç tane at satın aldı. Birini yedeğimize alarak atlara bindik. Biraz gittikten sonra üç yol ayrımına vardık. Yollardan biri ak, biri kara, diğeri de sarıydı. Ak yol denize, kara yol yeraltına, sarı yol da defineler ülkesine çıkıyormuş. Sarı yola sapıp definelere kavuştuk. Atların üçünü de altın ve mücevherle yükledik. Ben ceplerimi de koynumu da doldurdum. Akşam olmadan yola koyulduk.
Derviş iki at yükü altını bana verdi. Ben ihtiyarım, bana bir at yükü yeter, dedi. Yürürken aç gözlülük damarım kabardı. Dervişin altınlarına göz diktim ve zorbalıkla aldım. Derviş tamahkârlığın çok kötü bir şey olduğunu söylediyse de dinlemedim. Derviş sessiz sedasız bir köşeye çekildi. Tam yola çıkacakken acayip bir susuzluk çekmeye başladım. Dilim damağım kurudu. Sanki içmesem ölecektim. Dervişe bana bir su bulursa atın birini yüküyle ona vereceğimi söyledim. Dervişin gösterdiği sudan kana kana içtim. Ama ayağa kalktığımda iki gözüm de kör olmuştu. Beni ormanda yapayalnız bırakmasın diye dervişe yalvardım. Beni alıp evimize götürdü. Ama ne verdimse almadı. İşte o günden beri ahlaya oflaya dövünüyorum. Siz siz olun aç gözlü olmayın.
Padişahla vezir geri dönüp pabuççuya Köroğlan-ın sırrını anlatmışlar. Pabuççu da başlamış anlatmaya.
– Ben çok genç yaşlardan beri pabuç yapıyorum. Bir gün biri pabucunu tamir ettirip bir altın verdi. Ben fakir bir insanım, altını bozacak kadar param yok, dedim. O da paranın üstünü istemediğini söyledi. Sonra her gün gelmeye başladı. Her gün bir altın veriyordu. Ömrümün sonuna yetecek kadar altınım oldu. Sonunda adamdan kuşkulanmaya başladım.
Hırsız olmasından şüphelenip padişaha şikâyet ettim. Dükkâna gelince padişahın adamlarına haber saldım. Askerler yakalayıp götürürken o, dönüp bana, -Nankör pabuççu! Ben seni fakirlikten kurtarmak istiyordum. Sen beni padişaha yakalattın!- dedi.
Ben bu sözleri işitince uykudan uyanmış gibi oldum. Şikâyet ettiğim için de bin pişman oldum. Padişahın adamları gidince altınlara baktım ki hepsi demir oluvermiş. Ben de o günden beri dilim lal olsaydı da konuşamasaydım diye hayıflanıp durdum.
Padişahla veziri yeniden yola çıkmışlar. Gece gündüz yürüyerek sonunda havanda altın dövüp savuran ihtiyarın yanına gelmişler. Ona pabuççunun sırrını anlatmışlar.
İhtiyar da anlatmaya başlamış.
– Ben yılanlar padişahına bir iyilik yapmıştım, şimdi anlatması uzun. İyiliğime karşılık olarak o da bana kırk anahtar verdi. -Odaları aç hangisini beğenirsen o senin olsun.- dedi. Her odada ayrı bir hazine, ayrı bir güzellik vardı. Ben sonuna kadar sabredemedim. Değirmen taşlarının aralıksız olarak altın öğüttüğü odayı istedim. Meğer kırkıncı odada kırk değirmen varmış. Kırkında da ayrı ayrı kıymetli nesneler öğütülüyormuş. Boşuna dememişler: -Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlıktır.- diye. Padişahla veziri,
– Peki, bunu anladık; ama şimdi neden altınları dövüp havaya savuruyorsun, diye sormuş.
– Altın değirmenlerinin sahibi olmadan önce de babamdan servet kalmıştı. Herkes başıma üşüşüp varımı yoğumu yiyip tüketti. Bir lokma ekmeğe muhtaç oldum. Yoksullaşınca herkes benden uzaklaştı. Kimse bir lokma ekmek bile vermedi. Sonra yeniden zengin olunca herkes ortaya çıktı. Ben de o vefasızlara vermemek için altınları toz hâline getirip havaya savuruyorum.
Padişahla veziri yeniden yola koyulmuş. Melikenin karşısına çıkmışlar. Öğrendikleri her şeyi anlatmışlar. Melike:
– Madem bu kadar zorluğa katlanarak öğrendiniz, ben de sırrımı anlatayım, demiş.
Başlamış anlatmaya.
– Ben fakir bir ailenin kızıydım. Hep düşünürdüm: – Zenginler neden fakirlere acımıyor, yardım etmiyorlar– diye. Bir gün ormanda odun toplarken nur yüzlü bir ihtiyar çıktı karşıma. Bana derdimi sordu. Beni dikkatle dinledikten sonra bana bakırı altın yapacak ilmi öğretti. Şimdi ben bakır dağlarını altın yapıp halka dağıtıyorum.
Melikenin sırrını öğrenen padişah kıza evlenme teklifinde bulunmuş. Kabul edersen hazinelerimizi birleştirip birlikte dağıtalım, demiş. Melike, kendisi gibi eli açık olan cömert padişahın evlenme teklifini kabul etmiş. Kırk gün kırk gece düğün yapılmış. Hayatları boyunca iyilik yapmışlar, iyilik bulmuşlar. Gökten üç elma düşmüş. Biri padişaha, biri melikeye biri de tüm iyilerin başına-

Filiz Güner

Gonca
Goncahttps://www.gonca.com
1995 doğumlu Gonca KAPLAN Galatasaray Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümü mezunudur. Anne Bebek, Dekorasyon, Güzel Sözler, Kültür Sanat, Moda, Teknoloji, Yemek Tarifleri ve diğer konularda yazılarını sahip olduğu Gonca sitesi üzerinden sizlerle paylaşmaktadır.
RELATED ARTICLES

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -

Most Popular

Recent Comments