Evde gündelik işler için koştururken kapı çaldı. Açtım önümde eski elbiseler giymiş iki çocuk duruyordu. “Çok açız. Yiyecek bir lokma verirmisiniz” diye sordular.
Yapacak çok fazla işim vardı. Aklım işlerimde kalmıştı. Kapıdan göndermek istedim ama gözüm ayaklarına ilişince vazgeçtim. İki çocuğun da ayaklarında yırtık ayakkabılar vardı. Ayakları su içindeydi.
“İçeri geçin size yiyecek birşeyler vereyim” dedim. Çocuklar çok sakindi. Konuşmak istemiyorlardı. Odaya girdiklerinde çoraplarındaki ıslaklık halıda iz bırakıyordu. Çocukları şöminenin önüne alıp önlerine yiyecek birşeyler koydum. Mutfağa gidip tekrar odaya geldiğimde çocuklardan birisi odadaki fincan takımını izliyordu. Bir an bana döndü “Bayan, siz zengin misiniz?” diye sordu.
“Yok zengin değiliz!” diye yanıtlarken çocuk elindeki fincanı tabağa koydu ve “Sizin fincanlarınız, fincan tabaklarınız takım” dedi. Karınlarını doyurduktan ve biraz ısındıktan sonra geldikleri gibi sessizce çıkıp gittiler. Teşekkür etmediler ancak buna gerek de yoktu. Teşekkürden çok daha fazlasını vermişlerdi bana. Odayı süsleyen fincan ve fincan tabaklarım takımdı.
Başımızı sokacak bir evimiz ve çalışan bir eşim vardı…
Çocukların yemesi için şöminenin önüne bıraktıklarımı topladım. Çocukların Çorap izleri halının üzerinde duruyordu. Silmeye kıyamadım. Silmek istemiyorum. Artık o izler bana ne kadar zengin olduğumu hatırlatacaklar.
Aslında hepimiz o kadar zenginiz ki. Sadece bu zenginliklerimi farkedemiyoruz. Zenginliklerimizi Fark Edebilmemiz ve Şükredebilmemiz Dileğiyle…